Sıcak Para Uyuşturucu Gibidir

Malatya Türk Ocağı olarak bu haftaki sohbet programımızı da gerçekleştirdik. Rabbimize sonsuz şükürler olsun.

Adet olduğu üzere sohbet öncesinde misafirlerimize kuru fasülye ikramımız oldu. Oldukça yoğun bir katılımın olduğu bu haftaki programımız öncesinde söz alan Ocak başkanımız Nadir Günata gündemdeki konularla ilgili kısa bir değerlendirme yaptı. Özellikle andımız üzerinden yürüyen tartışmalara değinen Günata “daha öncesinde hiç gündemimizde yokken ben bugün evimde kendi çocuklarıma andımızı ezberletiyorum, bizi bu hale getirdiler maalesef” dedi.

Daha sonra mikrofona geçen bu haftaki konuşmacı konuğumuz olan işadamı, Prof. Dr. Ali Koçyiğit kısa bir süre önce maruz kaldığımız ekonomik saldırı ve yapısal problemlerimizle ilgili bizleri bilgilendirdi. Türk ekonomisinde 3 önemli dönem olduğunu belirten Koçyiğit “Cumhuriyetin ilk yıllarında ithal ikame politikası uygulandı. İkinci dönem ise 24 Ocak kararları ile başlayan dönemdir. 24 Ocak kararlarının uygulanabilmesi için o zaman otoriter bir idare yoktu. O yüzden otoriter bir idareye ihtiyaç duyuluyordu ve 12 Eylül darbesi bu ortamı yarattı. Zaten darbeyi yapanlar ilk açıklama olarak 24 Ocak kararlarının uygulanacağını belirttiler. Üçüncü dönem ise sermaye hareketlerinin serbest bırakıldığı 1989 yılından sonrasıdır. Bu tarihten itibaren ithalata dayalı sanayileşme yaklaşımı benimsendi. Bu sıcak paranın yolunu açtı. Üretmek yerine dışarıdan ithal etmek daha cazip bir hale geldi. Türk parasını korumak için aşırı değerli tuttuk, yani düşük kur yüksek faizi benimsedik.  Fakat bu yaklaşım içeride kaynak sorununu büyüttü. Kaynak için önünde iki seçenek var ya vergi artıracaksın –ki bunun siyasi faturası olur- ya da daha fazla sıcak para girişine devam edeceksin. Tabii ki bu kolaycılık bizi 94 krizine götürdü.

Bu düşük kur yüksek faiz bizi tembelleştirdi, çağın gereklerini yerine getirmemizi engelledi. 90’lı yıllarda batı Avrupa tekstil üretimini bıraktı, marka ve dizayn üzerine yoğunlaştı. Ellerinde kalan ne kadar makine varsa biz satın aldık. Onlar katma değeri daha yüksek alanlara yönelirken biz iş gücüne dayalı üretim işine devam ettik. Halen bile ülkemizde tüm dünyayı 4 kere çorap giydirecek kadar çorap örme makinesi var.

Bu mantıkla yıllar geçti ve 2000’li yıllara geldik. Aslında DSP-MHP-ANAP’tan oluşan üçlü hükümet döneminde uygulanan ekonomi politikası iyiydi. Ancak esnek değildi, kırılgandı. O dönem likidite krizi baş gösterince ekonomik genişlemeye IMF müsaade etmedi. O dönem bankalar biraz mali açıdan desteklenebilse idi o krizi yaşamayacaktık. ABD’nin Irak işgaline hükümet olumlu yaklaşmayınca anayasa kitapçığı bahane edilerek kriz patlatıldı. Ancak burada tüm suçu yabancı güçlere atmak yersiz olur çünkü bizi bu sonuca götüren yapısal problemlerimiz mevcut. Ardından malumunuz olduğu üzere Kemal Derviş getirildi bankacılık yasası çıkarıldı. Sermayeye çok ciddi güvenceler verildi. Gelen dış sermayenin karını istediği gibi dışarı çıkarabilmesinin önü açıldı. Dikkat ederseniz bu güvenceden sonra bankalarımızın %80’i yabancıların eline geçti. Sıcak para direk sermaye piyasasına yönlendirildi. Sigorta sektöründe şu anda Türk firması yok maalesef. Vakıfbank, Ziraat Bankası ve Halk Bankası’nı da satacaklardı ki Allah’tan 2008 ekonomik krizi çıktı. Yabancı bankaların hiçbiri kredi vermedi yatırımcılara. O zaman anladık ki bu 3 banka da elden çıkmış olsa idi çok daha kötü bir manzara ile karşı karşıya kalacaktık. 2002’den sonra iktidara gelen hükümet de işin kolayını seçti ve Kemal Derviş’in programını devam ettirdi. Yüksek faiz düşük kur üzerine kurulu bu sistem aslında geçici bir uygulama idi. Çünkü bu sistem üretimi bitirir. Ancak krize girmiş ekonominin kurtulabilmesi için geçici bir süre uygulanması gereken bir sistemdi. Ancak şu anki hükümet iktidara gelince geçici olması gereken bu uygulamayı sürekli hale getirdi. Ülkede üretim bitti. Şu anda 100 liralık ihracatın neredeyse 70 lirası ithal ürünlerle yapılıyor. 169 milyar doları ihracat hedefi koyulmuş. Ben onun katma değerine bakarım. Esas ihracatımız 51 milyar dolardır böyle bakınca. Enflasyon rakamları açıklandı. ÜFE ile TÜFE arasında neredeyse 20 puan fark var. Bu üretim yok demektir. 2019 bütçesinde yatırıma ayrılan pay %6,7. Hiçbir dönemde yatırıma ayrılan pay bu kadar düşük olmamıştır. Cari fazla verildiği söyleniyor bir iki aydır. İthalata dayalı ekonomide cari açığın düşmesi resesyon işaretidir. Bu gidiş iyi bir gidiş değildir.

Bizin çok ciddi yapısal problemlerimiz var. En başta üretmiyoruz. Katma değer yaratamıyoruz. Ve günü kurtarma peşinde koşuyoruz. Sıcak paranın verdiği rehavetle bugünlere kadar geldik. Ancak artık gitmiyor. Amerika bizle beraber Almanya’ya da yaptırım uyguladı. Ama onlar bizim kadar sarsılmadı. Çünkü üretiyorlar, paraları değerli. Türkiye’de faiz artırdı Almanya da. Ama aramızda nerdeyse 5 puan fark var. Bu fark iki ülke arasındaki risk pirimidir” şeklinde konuştu.

Sayın hocamıza yapmış olduğu bu bilgilendirici ve güzel sunumu için teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Bakmadan Geçme