Şakir ALBAYRAK Eğitimci&Yazar

Felsefe ve Vahdet

Şakir ALBAYRAK Eğitimci&Yazar

İnsanoğlunun başlangıcının, yaşama tarzlarının, düşünce birikimlerinin, medenî hamlelerinin sebeplerini zan ve kabule dayandırmanın kestirme adıdır “felsefe”. Vahdet ise Kur’an-ı Kerimin buyurduğu hakikatlerin merkezidir, aslıdır. Felsefe, insan zekâsına dayalı düşüncelerin ürünüdür. Bundan dolayı insan sayısı kadar felsefî düşünce olsa yeridir. Sadece mâkes bulanlar bilinirler. Bu nedenle de zan ve kabule dayanmak zaruretine mahkûmdurlar. Bu zannı pekiştirmek için de felsefenin temel soruları adı altında, muhtelif sorular meydana çıkmıştır. Varlık, var mıdır? İyi de varlık, zaten var olmayı kabulün sonucudur. Var olmasa “var” dan varlık olmazdı. Yok da var olduğu için “yok ”tan da yokluk var olmuştur. Başka sorular da var: Ben neyim, nereden geliyorum, nereye gidiyorum, Evrendeki yerim nedir? Bu ve benzeri soruların cevaplanması işi, felsefe ve dine bırakılmış. Başlangıçta neler olduğuna dair bilgisiz olan insanlardan düşünceye dalanlarının bir çıkış aramaları sonucu bu sorular epeyce insan zihnini meşgul etmiştir. Doğru bilgi edinme kaynağını kabule yanaşmayanların kendi akıllarının erdiği çözümleri diğer insanlara dayatmalarından başka bir şey akılarına gelmiyordu. Bütün bu çabalar felsefî mesnetlerin oluşmasına sebep olmuştur. Bizde de sözde düşünenlerin yakalandıkları aşağılık komplekslerine mahkûmiyetleri sonucu bunların değirmenlerine su taşımaktan başka çare yok sanılmış, böylece de filozoflar zümresi ululanmış, tek çare oldukları zehâbına kapılınmıştır. Bilginin kaynağı olarak sadece aklın kabulünden başka bir şey değildir felsefe. Bilginin kaynağının akıl olduğu kabullenilince aklın her soruna çözüm üreteceği kabul edilmek zorunda kalınmıştır. Aklın faaliyetlerinin sağlam duyulara dayandığını kabul edince aklın da yetersizliği anlaşılır aslında. İnsan kulağının 2000- 20000 aralığındaki frekansları duyduğu, daha alt ve üst frekansları duymadığı biliniyor. Keza gözümüz, her ışığı göremiyor, dokunma duyumuz, her teması algılayamıyor. Aklın muhtaç olduğu organları sağlam değilse akıl nasıl doğru istidlal edebilir. Diğer taraftan duyu organlarımız, N.Ş.A’da işe yararlar. Ne kadar sağlam olurlarsa olsunlar kapasiteleri sınırlıdır. Öyleyse aklında faaliyeti sınırlı kalır. Bu da aklın vahye muhtaç olduğu gerçeğine gitmemize sebep olur. Zaten Vahy de akıllı insanlara hitap eder. Bu da bizi aklın muhtaç olduğu, akıllıyı-akılsızı var eden Yegâne gücün, Kaadir-i mutlak’ın mesajına muhtaç olmamız gerektiği fikrine ulaştırır. Evreni var eden, elbette var ettiklerinin bir düzen içinde varlıklarını sürdürmelerini de murad etmiştir. Bunu bilmeleri için de insanlar arasından bidayette seçtiklerinin vasıtasıyla diğer insanlara kavim kavim, nihayetinde de bütün insanlığa ve son zamana şamil bir seçkin göndermiş, insanlığın kurtuluş yollarını Hz. Cebrail vasıtasıyla vahyetmiş, Peygamberlerini insanların kurtuluş ve saadetlerine vesile ve rehber kılmıştır. Peygamberlerin mesajlarının doğru anlaşıldığı zamanlarda ve yerlerde, felsefî çözümlere itibar edilmemiş, peygamberlerin rehberliğine itaat edilmiş, huzur ve saadete kavuşulmuştur. Tarih, ciddi bir tetkikten geçirildiğinde, bütün buluntulara da itibar edilerek bakıldığında insanlığın Peygambersin dönemlerinde veya peygamber mesajlarına itibar edilmediği zamanlarda huzur, güven ve saadetten mahrum, vahşî yaşadıkları görülecektir. Aslında böyle kapsamlı bir çalışma da yapılmış değil. Çukurluğu (deniz seviyesinden aşağı olma durumu) besbelli olan Lût gölünün bile bu gözle incelendiğini okumadık. İncelendiği halde okuyamadıksa bizim kabahatimizdir. Bu inceleme bile gözleri açamaya kâfi gelecektir. Pompei buluntuları insan azgınlığının cezası olarak vasıflandırılabilir. Azgınlaşan insanların, toplulukların ceza kalıntıları aransa yer yer bulunacaktır. İnsan, geçmişinin azgınlıklarını atalarına yakıştırmak istemediğinden midir, ilk atanın maymun olduğu inancının sona ermesinden korktuğu için midir bilinmez çok ciddi çalışmalara tevessül edilmemektedir. Bütün araştırmaların (istisnalar kaideyi bozmaz) kabullenilmiş bir tezin ispatını sağlamak için yapıldığından gerçeklerin ortaya çıkması geri planda kalıyor. Neden? Gerçekler acıdır, ortaya çıkınca acıtır.

Yazarın Diğer Yazıları