Başkan Emre, Basın Açıklaması
Anadolu Gençlik Derneği Malatya Şube Başkanı Tayyar Emre Tarih okumalarımız, sömürgecilerin yağma ve talanlarının dünyayı yaşanmaz hale getirdiğini göstermektedir.
Tarih okumalarımız, sömürgecilerin yağma ve talanlarının dünyayı yaşanmaz hale getirdiğini göstermektedir. Uluslararası anlaşmalar ve insan haklarına dair bildirgeler güçlerin zayıfları ezmesinin önüne geçememiştir. Tüm dünyada, uluslararası sistemde hakim olan hukuk gücün hukukudur.
İkinci Dünya Savaşının ardından geçen 73 yıla rağmen yeryüzünde barış ve adalet tesis edilememiştir. Başta ABD olmak üzere teknolojik bakımdan güçlü olan ve çıkarlarını her türlü kutsalın üzerinde tutan ülkeler, zayıf bırakılmış ülkeleri ve halkları ezmeye devam etmektedir.
Emperyalizm, işgallerle, iç savaşlarla, şiddet ve korkuyla, zayıf bırakılmış ülkeler ve halklar üzerindeki baskı ve tahakkümlerini sürdürmektedir.
Bir yandan ABD, Afganistan'ı, Irak'ı işgal ederken, Libya, Suriye'yi ve Yemen'i karıştırırken; İsrail de Filistin'i Batı Şeria ve Gazze'ye sıkıştırmaktadır.
Diğer yandan Çin, 1949'dan bu zamana kontrolü altında bulundurduğu Doğu Türkistan'da Müslümanlara her türlü baskıyı uygulamaktadır.
Mevcut dünya düzeninde İslam ülkeleri ve Müslüman halklar, ya ABD, İngiltere, İsrail safında yer alamaya ya da Rusya-Çin ikilisinden birine sığınmaya zorlanmaktadırlar.
Neredeyse tüm İslam coğrafyasında vesayet rejimleri vardır.
Bağımsızlığını ilan etmiş birçok İslam ülkesinde ABD üsleri ve askerleri bulunmakta, bu ülkelerin asker ya da sivil yöneticileri de maalesef tüm icraatlarını ABD vesayeti altında yürütmektedirler.
Görünürde bağımsız İslam ülkeleri, ne yazık ki gerçekte ekonomik, teknolojik, ve askeri alanlarda küresel güçlere bağımlıdırlar.
İslam ülkelerinin küresel güçlere bağımlı oluşları ya da küresel güçler arasında denge politikaları izlemek zorunda kalışları, haksızlıklar karşısında ya göstermelik tepki vermelerine ya da susmalarına yol açmaktadır.
Orta Afrika Cumhuriyeti'nden Arakan'a İslam ülkeleri ve Müslüman halklar küresel güçlerin zemin hazırladığı sıkıntılarla boğuşmaktadırlar.
Yetmiş yıldır Çin kontrolü altında bulunan ve Türkiye'nin iki buçuk katı büyüklükte yüzölçümüne sahip olan Doğu Türkistan'da da Müslümanların durumu içler acısıdır.
Çin yönetimin küresel bir güç oluşu ve boşluk bırakmayan bir diplomasi yürütmesi Doğu Türkistan'la ilgili sağlıklı bilgi akışının ve oradaki Müslümanlarla iletişimin önüne geçmektedir.
Hangi renkten, dilden ve inançtan olursa olsun bir topluluğun temel haklardan mahrum bırakılarak sistematik baskılarla asimile edilmeye çalışılması kabul edilemez.
Doğu Türkistan'da yaşayan kardeşlerimizin birçok temel haktan mahrum bırakıldığına, inanç ve düşünce özgürlüklerinin kısıtlandığına, toplama kamplarında tecrit edilmiş bir yaşama zorlandığına, psikolojik ve fiziksel işkencelere maruz kaldıklarına dair haberler canımızı yakmaktadır.
Çin'in bu baskılara gerekçe olarak tüm Müslüman Doğu Türkistan halkını şiddetle ilişkilendirmesi de kabul edilemez. Tam tersine insanların temel hak ve özgürlük talepleri karşısında Çin yönetiminin baskı ve tahakküm uygulaması bir şiddettir.
Afrika'dan Asya'ya birçok İslam ülkesiyle ticari ilişkileri olan Çin'in Müslüman Doğu Türkistan halkına ve Çinli Müslümanlara karşı tutumunu gözden geçirip iyileştirmesi ilişkilerimizi güzelleştirecek ve kolaylaştıracaktır.
Ancak Çin, kendi askeri gücüne ve ekonomik büyüklüğüne insanların temel hak ve özgürlüklerinden daha fazla inanırsa, tüm İslam dünyasında kendisine karşı nefret büyütmekten başka bir şey elde edemeyecektir.
Çin, Müslüman Doğu Türkistan halkının ve Çinli Müslümanların haklı taleplerini susturmak, örtbas etmek ve bu hakların dış dünyayla irtibatlarını kesmek yerine farklı kimliklerin temel hak ve özgürlüklerini yaşayabilecekleri bir zemin oluşturmanın gereklerini yerine getirmelidir.
Başta Türkiye olmak üzere İslam ülkelerinin Müslüman Doğu Türkistan haklı talepleri doğrultusunda Çin'e karşı birlikte hareket etmeleri ve her platformda bu konuyu dile getirmeleri Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin seslerine ses katacaktır.
Doğu Türkistan'da sıkıntılar yaşanırken işgal altındaki Filistin topraklarında da İsrail, Müslümanlara zulmetmeye devam etmektedir.
Suriye'de ve Yemen'de derenin kuşu derenin taşı ile vurulmaktadır.
İslam coğrafyasındaki parçalanmışlık mutlaka giderilmelidir.
Irkçılık ve mezhepçilik yapılarak bir yol alınamayacağı ortadadır.
Yeryüzünde huzur ve barış isteniyorsa, tüm mazlumların ve tüm mazlum coğrafyaların kurtuluşu isteniyorsa, mutlaka ama mutlaka tüm İslam Ülkeleri, ABD, İngiltere, Avrupa Birliği ve İsrail güdümünden uzak politikalar üretmek zorundadır.
İslam ülkeleri ve Müslüman topluluklar, hem İslam coğrafyasında hem de tüm dünyada barış ve huzurun Türkiye, İran ve Mısır'ın birlikte hareket edebilecekleri bir zeminin oluşmasından geçtiğini görmelidirler.
Kuklalara karşı hamasete dayalı söylemler geliştirip kuklacılara teslim olunarak gidilen yolda duvara toslamak kaçınılmazdır.
Biz dünyada hak ve adalet ekseninde tüm farklılıklarımızla birlikte barış içerisinde yaşamak istiyoruz.
Biz dünyada Müslüman ya da gayrimüslim kimsenin saçının teline zarar gelmesin istiyoruz.
Biz dünyada insanların hak ve hukukları gözetilmesi, kimseye ikinci sınıf muamele yapılmasın istiyoruz.
ABD ile stratejik ortaklık hiçbir İslam ülkesine fayda getirmez.
İsrail ile birlikte hareket etmek hiçbir İslam ülkesine fayda getirmez.
Dünyanın herhangi bir yerinde bir insanımızın haksızlığa uğramasını istemiyorsak bunun yolu İslam ülkelerinin hak ve adalet ekseninde güç birlikteliği yapmasından geçer.
Dünyanın herhangi bir yerinde bir insanımızın haksızlığa uğramasını istemiyorsak bunun yolu D-8'in canlandırılmasından, D-60'ın ve D-160'ın kurulmasından geçer.
Dünyanın herhangi bir yerinde bir insanımızın haksızlığa uğramasını istemiyorsak bunun yolu tüm yeryüzünde adil bir düzenin kuruması için gayret etmekten geçer.
Allah, hak ve adaletin tesisi için atılan adımları boşa çıkarmayacaktır.